Yazar: Buket Uzuner
Yıl: 2015
Karadeniz’in
güzide kenti Çorum en çok leblebisiyle, İskilip pilavıyla ve (ne
yazık ki) “Senin yaptığını Çorumlu yapmaz” deyişinin
öznesi olmak ile ünlüdür. Halbuki Çorum, Hititler gibi büyük
bir medeniyete başkentlik etmiş, tarihteki ilk eşitlik ilkesine
dayanan anlaşma olan Kadeş Antlaşması’na ev sahipliği yapmış
tarihi bir kenttir. Buket Uzuner de uyumsuz Defne Kaman’ın
maceralarını anlattığı Toprak kitabında Çorum’un bu tarihi
yönünü okuyucularına hatırlatıyor.
Türkiye gibi hangi
karışını kazsan tarihi eser çıkacak topraklarda uyuşturucu ve
silah kaçakçılığından sonra en yaygın kaçakçılık tarihi
eser kaçakçılığıdır. Fakat, ülkemizde tarihi eser
kaçakçılarına defineciler gibi sevimli isimler takılıyor.
Halbuki tarihi eser kaçakçılığı hırsızlığın en
alalarındandır; hem tarihin hem milli gelirin yasadışı yollarla
vergisini ödeyen tüm yurttaşlardan çalınmasıdır.
Sosyal konulara ve
ninesi Umay ninenin de etkisiyle Eski Türk geleneklerine düşkün
olan gazeteci Defne Kaman dörtlemenin ikinci serisi olan bu romanda
Çorum’daki tarihi eser kaçakçılığını araştırmak için
Çorum’a gider. Su romanındaki karakterler olan Umay nine,
Sefahat ve komiser Ümit’e ek olarak Karaca, emniyet müdürü,
Çorum valisi ve Güneş Türkiye’deki ideolojik farklılıkları
ortaya koyuyor. Karaca, günümüzün başkaldırıcı, Gezi
protestolarına katılan, interneti çok iyi kullanan gençlerini
temsil ediyor. Emniyet müdürü ise kötü bir insan olmamakla
beraber, hakim olan iktidar ve ideolojiyi simgeliyor. Çorum valisi
de iktidarın hakim olduğu hiyerarşinin içinde kendi vicdanının
sesini dinlemeyi çalışan sıradan ve mütevazi biridir. Zira
ismini de kadim öykücü Sabahattin Ali’den almıştır. Güneş
ise Türkiye’deki ataerkil geleneklere uymayan Amerika’da yaşayan arkeoloji profesörüdür. O da orta yaşlı, toplumun normlarından
farklı düşünenleri temsil eder.
Su romanına göre
biraz daha kötümser olan bu romanda Defne’nin iç dünyasına
daha çok yaklaşıyoruz. Güneş’le olan yaşadıkları, babasıyla
olan yüzleşmesi Defne’nin kalbine dokunmamızı sağlıyor. Bir
kadının uzun bir zaman sonra bir erkeğe gönlünü kaptırması ve
bu duygularının babasıyla olan ilişkisiyle alakasını anlıyoruz.
Babasından sevgi gören kızların başka erkeklere nasıl korkusuz
yaklaştığını, bu sevgiden mahrum kalanların ise nasıl temkinli
olduğunu hatırlıyoruz. Kötümserlik, Defne’nin Umay nineyle
olan ilişkisindeki sarsılma ile de devam ediyor. Hiç hata yapmaz
diye bilinen Umay nine de Defne’yi çok büyük bir hayal
kırıklığına uğratıyor.
Diğer yandan Defne,
Karaca ile kimsenin kuramadığı bir iletişim kuruyor. Bu ilişki o
kadar içten ve samimi oluyor ki Karaca'nın babası, oğlunu
Defne’den kıskanacak hale geliyor. Aslında Karaca da tam da Defne
gibi dönemine uyumsuz bir karakter. Öyle ki, çok zeki olmasına
rağmen üniversite sınavına girmeyi red ediyor. Bilgisayar
bilgisini para kazanmaya kullanmak yerine hackerlık yapmaya
kullanıyor. Buket Uzuner, romanda hackerlık ahlakına da gönderme
yapıyor ve bunun aslında nasıl iyi amaçlarla kullanılabileceğini
anlatıyor. Karaca ayrıca mizah anlayışı ile de Defne'yi
güldürmeyi başarıyor ve saatlerce sıkılmadan pekçok insanın
umursamadığı konularda sohbetler ediyorlar.
Bütün bu
karakterleri yine Defne Kaman’ın kaybolması olayıyla tanıyoruz.
Su romanındaki gibi Kutatgu Bilig ve kamanlığa önemli
göndermelerle karşılaşıyoruz. Ama bu göndermeler Su’daki
kadar yoğun değil. Kanımca Buket Uzuner, romanın sonunda
belirttiği gibi, kendi yaşadığı zor günler ile romanı birazcık
daha duygusallaştırmış. Dolayısıyla romanda şiirlere ve
şarkılara da referanslar görüyoruz. Aşağıda romanda altını
çizdiğim satırları, yeni öğrendiğim sözcükleri ve kitapta
hoşuma giden referansları paylaşıyorum.
Altı Çizili
Cümleler:
İnsanların,
çocukluk yıllarının geçtiği coğrafyaya duydukları duygusal
bağ ve aidiyet hissi yerçekimi gibidir. (Sayfa 17)
Biz farkına
varmasak da her fırtınayı hazırlayan tabiat şartları mutlaka
önceden birikmiştir. Fırtına bir sonuçtur. Akıl, fırtına
toplanırken onu görmek ve tedbir almak için bize verilmiş bir
armağandır. (Sayfa 20)
Anadolu’dan
ümidini kesme Kemal. Anadolu yalancıyı, riyakarı ve zalimi
mutlaka bağrından söker atar! (Sayfa 26 )
Zaten dünyamızın
karşıtların barış içinde, yan yana yaşayabileceği bir gezegen
olmasını hayal edip, devrim yapanlar, hiçbir zaman çoğunluklar
olmamıştır. Bilakis, çoğunluk daima sürü psikolojisine kapılır
ve diktatörler bundan faydalanmayı iyi bilir. Unutmayın, Hitler’i,
Mussolini ve Franco’yu çoğunluk desteklemiştir! (Sayfa 32)
Bir erkeği babaya
dönüştüren kız çocuklarıdır. Çünkü ancak bir kız çocuğu
büyüten erkek kadınları anlamayı öğrenir. Aslında kadınları
anlamak, dünyayı, doğayı ve hayatı anlamaktır! (Sayfa 50)
Dünyadaki en büyük
şans, kendi değerini anlayabilecek kapasitede eşe ve dosta denk
gelmektir. Dünyanın en büyük yalnızlığı, kendi çağında ve
kendi kuşağında anlaşılamamaktır. (Sayfa 72)
Öyle rüya deyip
geçmeyeceksin zaten. Bak nasıl kemiklerin içini emar makinesinde
görüyorsak, rüyalar da ruhumuzun emarını çekerler. (Sayfa 75)
Türkçe dünyadaki
en demokratik dillerden biridir, çünkü ‘O’ dediğinde hem
dişil, hem eril tüm canlıları anlatırsın. Bizim mitolojimiz,
erkek-kadın farkı olmayan dilde yazılmıştır ve bu yüzden çok
özeldir. Böyle eşsiz eserler ancak tüm canlıları eşit gören
bir zihniyetin anadilinde icat edilebilir. (Sayfa 103)
Eğer çocukluktan
farklı düşünen ve farklılığını yaşamak isteyen biriysen,
seni mutlaka herkese benzetmek isteyen azimli insanlar tarfından
sahiplenirsin! Bunu sadece senin için yaptıklarına kendilerini o
kadar inandırırlar ki, sonunda o yardım denizinde boğulma
tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını anlarsın! (Sayfa 148)
Ergenlik, bir bakıma
çocukluk denen cennetten atılmak olduğu için insanın öfkesinin
en şiddetli olduğu zamandır. (Sayfa 162)
Dünyayı değiştiren
zeki ve yeni fikirlerin hiçbiri, kendi çağının kural ve
inançlarına körü körüne itaat eden uyumlu çoğunluk arasından
çıkmadı. Doğruluğuna inanılan fikirleri sorgulayıp, ötesini
merak eden milletler beyin gücüdür, diğerleriyse tarih boyunca
hiç istisnasız onları taşıyan beden olmuştur. (Sayfa 169)
Şimdi
muhafazakarlık ‘conserve’ etmek muhafaza etmek, korumak anlamına
gelir, di mi? Ancak, konserve kutusunda tarihi geçtiği için
bozulan yemek de adamı zehirler, öldürür. (Sayfa 171)
Kendini dünyanın
taşrasında gördüğü için sınırlı düşünüyor kişi.
Sürekli savunma halinde olursan düşünemezsin. (Sayfa 175)
Evet, bizim artık
21. yüzyılın para biriminin dolar, yuro, tele hatta bit-coin değil
de parlak ve özgür fikirler olduğunu kabul etmemiz şart! (Sayda
176)
Kişi adının
manasını hak etmek zorundadır! Yoksa kendi gölgesi olarak yaşar
koskoca bir hayatı… (Sayfa 192)
Dünyanın büyük
sergilerde andığı ciddi bir Osmanlı medeniyeti var. Ancak o
medeniyeti devam ettirecek kendi halkının içinden kendi dilinde
düşünen, yeni ve farklı fikirler üreten kendi aydınını
yetiştirmiyor Osmanlı. Bir avuç seçkin insan, az sayıda ‘paşa
kızı’ okuyor, takma adla yazıyordu ama halk, bırak kitap
okumayı, adını bile yazamıyordu. (Sayfa 207)
Türklerin neden
Arap alfabesini terk ettiğinden daha önemlisi, Türklerin niçin
kendi alfabesini bırakıp da Arap alfabesine geçmek durumunda
kaldığıdır. (Sayfa 211)
Hasreti soğuyan
ayrılıklar, acısı kabuk bağlayan yaralar ve nefesi soğumuş
özürlerin artık değeri azalmış, eskimiştir. (Sayfa 219)
Ne söylemek
istiyorsa onu söyleyenlerin o sade, o samimi kalpleri insanda
minnettarlık uyandırır. (Sayfa 231)
Halbuki ortalama bir
zeka ve fizikle doğmak aslında bir büyük şanstır. Çünkü
ortalama insan sağlıklıdır ve herşeyi sağlıklı sınırlar
içinde yaşama şansına sahiptir. (Sayfa 241)
İnsanlar alınıyor
ama ‘sıradan’ demenin bir sakıncası yok. Aslında tam tersine
‘sıradanlık’ lükstür. En önemlisi, sağlıklı, sıradan,
yani ortalama bir insan, bir buluş, keşif yapmak, büyük bir roman
yazmak, en yüksek dağa tırmanmak, en hızlı koşmak, en yüksekten
atlamak, kanseri iyileştirmek, popüler ve üstelik derinlikli bir
şarkı bestelemek zorunda değildir. (Sayfa 241)
Bir insan kaç
yaşına gelirse gelsin, babasının ağladığı an sarsılır,
yerin dibine batar. İster iyi, ister kötü, ister uzak, ister yakın
olsunlar; babalar ağladığında çocuklarının bütün dengesi
sarsılır. (Sayfa 245)
Esk Türkler,
değerli büyüklerini son yolculuğa bu yüzden alkışlarla yolcu
edermiş… (Sayfa 257)
Hayat büyük
aşklar, büyük zaferler ve büyük acılar değildir zaten. Hayat
tuhaf ve ışık hızında çakıp giden ayrıntılarda sakladığımız
hasret ve kırgınlıklarımızla yüklü bir bohça, bir sırt
çantasıdır. İçinde rüyalarımıza senaryo olacağını bilmeden
biriktirdiğimiz hayallerimiz ve arzularımız… (Sayfa 268)
Biz Türkçe Nevruz
deriz, Kürtler Newroz. Aslında Nevruz, Avrasya ve Ortadoğu
coğrafyasına ait bir bahar kutlamasıdır. İran dahil, Azeri,
Gürcü. Kırım Tatarları, Tacikler, Özbek, Kazak, Kırgızlar,
Kürtlerin ve Türklerin ortak bahar bayramı. Türklerin
Göktürklere; M. Ö 8. yüzyıldaki Ergenekon efsanesine kadar
bağladıkları bir gelenek. Kürtlerse, 2500 yıl öncesi Kawa
efsanesine bağlar Nevruz’u. (Sayfa 269)
Sonuçta bir kadının
mutluluğunu babasından daha fazla hangi erkek karşılıksız
olarak destekler ki? (Sayfa 270)
Yoksa aşk hiç
bitmez; zamanın götürdüğü herşey çekilir, geçer gider,
kurur, kaybolur ama eğer gerçekten var olmuşsa aşk mutlaka kalır.
(Sayfa 271)
Güney Sibirya’da
Kamanların özel doğan Kam bebekleri eğitmesi gibi, Romalılar da
özel yetenekli insanların içine cinlerin girip onlara zeka
kattığına ve koruduğuna inanırlarmış. İnançlarına göre bu
cin çıkıp gittiğinde, o özel yetenekli kişi artık fani
hayatına döner, sıradan biri olarak yaşama şansına kavuşurmuş.
Yani cin gelip, sanat ve şifa etkisi yaptıktan sonra çekip
başkalarına gidermiş. Bu antik cin inancı nedeniyle bugün hala
dahilere ‘genie’ yani Latince cin kökenli bir kelimeyle
‘genius’ denmesi bu yüzdendir. (Sayfa 286)
Babası tarafından
sevildiğine güvenen kızlar, bir erkeği sevmekten eskisi kadar
korkmuyormuş. (Sayfa 287)
Kadınların
sevdikleri erkekleri koruma sağduyusu olmasa, savaş ve cinayetlerin
sayısı kaydı tutulamayacak kadar artardı. (Sayfa 312)
Cinsellik ve ölüm!
İnsan medeniyetinin altında bu iki neden yatar. Onları kaldır her
şey biter sevgili genç dostum. Evet, bu kadar ilkel ve şaşırtıcı,
öte yandan bu kadar sade ve güzel, o derece korkunç ve sevinçli,
çok hüzünlü ve çok hayalperest, çocuksu, kekremsi, esrarengiz,
ürkünç. Aynı zamanda, ekmek ve su kadar basit ve yalın,
lezzetli, büyüleyici ve yaşamaya değer… (Sayfa 313)
Eski
sevgililerinizin mutluluğuna sevinmek, aşkın dostluğa dönüşmesi
ve artık acıtmayacağı müjdesidir. (Sayfa 323)
İnsanın, yüreği
çok daraldığında konuşacak tek bir yakın bulamaması kadar kalp
kırıcı çok az şey vardır. (Sayfa 325)
Bir kadının en
güzel olduğu zaman, kendini en güzel hissettiği andır. (Sayfa
328)
Aklın süsü dil /
Dilin süsü sözdür / Kişinin süsü yüz / Yüzün süsü gözdür.
(Sayfa 361)
Aile dostlarıyla
neşeli yemek masalarından birlikte söylenerek yükselen şarkılarda
saklı güven duygusu, çocukların en mutlu olduğu anıları
arasında yer tutar. (Sayfa 398)
Güneş karanlıkta
bir tek gün bile görünse ruhumuza iyi gelir… Hele dolunayda
olursa o daha da iyi olur. (Sayfa 400)
Erich Fromm,
tarihinin ilk günden bugüne geliştirdiği tek evrensel ortak
dilin, sembol dili olduğunu iddia etmiştir. Bu yüzden rüyaların
ve sembollerin anlamını önemsemek, mistik veya duygusal bir
yaklaşım değil, aksine anlambilime dahildir denilebilir. (Sayfa
431)
‘Hepimiz’
kelimesi yürekten söylendiği zaman, dünyanın bütün dillerinde
en güçlü söze dönüşür. Aşağılanma ve dışlanma korkusuyla
her an bütün devreleri yanmaya hazır bekleyen insan beynini,
mucizevi dokunuşla iyileştiren sihirli sözcüklerden biridir:
‘hepimiz’. (Sayfa 438).
Şiir insanın en
büyük icadırdır. Şiir mucizedir, şiir dertlere deva ve ruhlara
şifadır. Şiir yatıştırıcı hapların anasıdır. Zaten bu
yüzden bütün Kamlar ozandır, bütün ozanlar doğuştan
siharbazdır. (Sayfa 442)
Pir Sultan diyor ki:
İlle dostun attığı gül yaralar beni. (Sayfa 457)
Dostlar seçilmiş
akrabalardır. (Sayfa 493)
Gönül umduğuna
küser. (Sayfa 496)
A kızım, onların
çoğu genç kadınların aynı elbiseleri giyip, aynı yemekleri az
yiyip, aynı sıskalıkta gezmeleri, aynı tip kocalarla, aynı
semtlerde aynı lokantalarda kıç kıça oturup, birbirlerinin
arkasından dedikodu yapıp, yüzlerine gülmelerini dayatıyor. Sen
şükret ki, Defne gibi hayatı sahiden yaşayan kutlu bir evladın
var! (Sayfa 519)
Hem zaten: Kuştur
sevenin kalbi, kafese sığmaz! (Sayfa 521)
Eski Türkçe
sözcükler:
eğretileme (Türkçe)
= mecaz (Arapça) = metafor (İngilizce) (Sayfa 176)
devlet = mutluluk
(Sayfa 195)
Sesinde arılar bal
yapıyor. (Sayfa 222)
alkış = Teşekkür
(Sayfa 257)
kabus = kara kuru
düş (Sayfa 384)
alas: Amin (Sayfa
495)
Referanslar:
Aldo Leopold: Bir
kum yöresi Almanağı (Sayfa 183, 365)
leopoldfoundation.com:
Belgesel (Sayfa 365)
Türk felsefeciler:
Macit Göktürk ve Ionna Kuçuradi (Sayfa 207)
Proust: Kayıp
Zamanın İzinde (Sayfa 321)
Müzeyyen Senar:
Geçmesin günümüz sevgilim yasla / O güzel başını göğsüme
yasla. (Sayfa 398)
Keren Elezari:
Hackers, The Internet’s immune system (TED.com)
Marc Prensky:
Digital Natives, Digital Immigrants
Turgut Uyar: Göğe
bakma durağı
Kaygusuz Abdal: Bir
Kaz aldım